Atatürk'ü Sadece Anmak Yetmez Anlamak Lazım!
Canan BAYKIZ 19.05.2024 Atatürk'ü Sadece Anmak Yetmez Anlamak Lazım! Bugünümüzden bir anı ile başlayacağım söze. Yazının sonunda muhakkak idrak edeceğiz hep birlikte nereden nereye geldiğimizi... Ramazan Bayramında İzmir 'den Akyaka'ya çadır kurmak için geldi genç bir grup. Akılları pırıl pırıl, üniversiteliler. Sadece okudukları bölümlerle ilgili değil. Kültür, sanat, spor, bilim, siyaset, gündem ne varsa hayata dair bilgileri var. Kendi bilgilerinden gelişmiş fikirleri. Ezbere değil, mantığa dayalı söylemleri. Savundukları olgulara sonuna kadar hakimler. Neyi neden istiyorlar biliyorlar. Kuşların, dalgaların seslerini duyarak, ağaçların huzurunda hayranlıkla sohbet ederken, birden çadır alanına şahin marka bir araba geldi. Denize sıfır çekti arabasını. Dört kişi indiler araçtan 2 kadın 2 erkek. Koydular manzaraya karşı kamp sandalyelerini, açtılar arabesk müziğin sesini sonuna kadar. Oh ne ala! Bir taraftan araba egzoz kokusu çamın iyotun kokusu ile yarışır oldu. Öte yandan ellerinde biralar, bağıra çağıra, açtıkları müziği bastırmaya çalışarak konuşmalar, gülmeler gırla. O alanda tam 12 farklı gruptuk. Onlar gelene kadar hiçbirimiz diğerinin sesinden rahatsız olmadık. Çünkü; herkes birbirine belli mesafede konumlanmış ve sadece yanındakine kendini duyuracak tonda konuşuyordu. Gülüşmeler bile başkasını rahatsız etmeyecek şekilde ölçülüydü. İster istemez hepimiz beden dilimizle, birbirimize, durumdan rahatsız olduğumuzu duyurduk. Sonunda birimiz dile geldi. Müziğin sesini kısmalarını, hepimizin rahatsız olduğunu, bu alt kültür sahiplerine duyurdu. Ancak kısılan ses bile çok yüksekti. Daha fazla muhatap olmak istemedik. Herkes kamp işlerine soyundu. Kimimiz yemek hazırlıklarına girişti. Kimimiz kurulan çadırları sağlamlaştırdı. Dört kişilik grubun erkekleri, "birimizden biri arıza çıkarsın" diye tek tek hepimize selam verip, "var mı itirazınız?" der gibi efelenip, ters ters bakarak geçti yanımızdan. Hepimiz sözleşmiş gibi sadece bayramlarını tebrik ettik. Bize duymadıkları saygıyı, onlara duymaya çalışıyorduk. "Bayram günü gönül kırılmasın" diye 12 grup 1 grubu tolere etmeye gönüllüydük. Ancak tadımız fena kaçtı. Başımız ağrıdı. Sinirlendik. Bu aşikardı. Tahammül zorluyor insanı. Ancak; cehalet ve kültürsüzlük daha çok hırpalıyor. Derken grupta alkol seviyesi yükselince, etrafta da kimse istedikleri gibi onların enerjilerini atacak ortam oluşturmayınca, kendi aralarında tartışma başladı. Büyüdü. Evli çiftlermiş meğer. Mahremleri uluorta konuşulur, herkes duyar hale geldi. Bir yandan birbirleriyle kavga edip, diğer yandan dışarıda kalan bizleri dikizlemeye başladılar. Biz, onlar yokmuş gibi davranmaya o kadar iyi odaklanmışız ki çoluk çocuk, duysak bile dikkat kesilmeden kendi önümüzdeki işle meşguldük. Sonra birden toplanıp patlak egzoz boruları ile birlikte yok olup gittiler. Sosyolog bir arkadaşımız dedi ki: -Bakın işte küçük ama etkili bir örnek. Biz, toplum olarak tepki gösterip aykırı örnekleri kendi içimizde eğitmeyi düşünmüyoruz. Onları şikayet edecek kuralları anlatacak kimdir? O da yok ortada. Hepimiz sözüm ona onlara saygı duymaya çalıştık. Oysa saygısıza saygı göstermek kendine saygısızlıktır. Yaşlı sakinlerimizden biri öne atıldı ve dedi ki: -Ama cahil çocuklar, içkililer de ya kontrol edemeseydik de birimize bir şey yapsalardı. Sosyolog arkadaşımız cevap olarak dile geldi: - İşte kilit noktalardan biri de bu. İyiler kötüler kadar cesur değil bizim ülkemizde. 12 grup 1 grubun isteklerine teslim olduk. Toplum kültürü gelişmiş ülkelerde ya ceza sistemi işler. Müzik sesi artarsa mesela çadır alanında kolluk kuvvetleri müdahale eder. Ya da çoğunluk azınlığa mevcut konumda nasıl davranılması gerektiğini anlatır. Anlamazsa onu dışlar. Onu orada asla barındırmaz. Sonra düşününce hepimiz hak verdik. Gerçekten ülkemizin son çeyrek asrının özetidir bu. Biz azınlığa saygı göstere göstere kendi ülkemizde azınlık olduk. Bu gerçekle yüzleşen kaç kişiyiz, bilmiyorum. Bu anlamda gençlere oldukça zor bir miras bırakıyoruz. 3 kuşakta ancak oturan kültür seviyesi, maalesef 3 kuşaktır azalan bir grafik seyrinde. Gelenek aktarımı artık pamuk ipliklerle. Abdülbaki Gölpınarlı'dan okuyun İstanbul'un bayram arefelerini. Herkes kendi evinin önündeki sokağı süpürür, sularmış. Temizlik sokaktan başlarmış evlerde. O temiz sokaklarda sigara izmaritini sokağa atmak büyük ayıp olarak karşılanırmış. Her apartmanın önünde kendi çöp bidonu, kuşlar için bahçe duvarında küçük oyuklar, sokak başlarında su hayratları, yanlarında hayvanlar için yem bölmeleri. Bir de para kutuları, ihtiyaç sahiplerinin gelip ihtiyacı kadar alıp gideceği. Kimsenin fazlasına eli gitmezmiş. Başkasının hakkına girerim korkusu varmış. Apartmanların da müstakil evlerin de bahçelerinde mutlaka sebze ya da meyve yetişirmiş. Kimin bahçesinde ne var bilinir, olan ile olmayan ikramlarla göz hakkı için el değiştirirmiş. Gençler; biz size hırpalanmış bir değerler sistemi ile korunamamış bir kültür bırakıyoruz. Yükünüz ağır. Ancak Önderimiz belli. Tam 105 yıl önce 16 Mayıs'ta özgürlüğe açılan yelken, bugün her şeye rağmen inançla ve inatla rüzgara meydan okuyor. Daha cesur adımlar, daha emin eylemler de sizin eseriniz olacak. Son satırlar Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk'ün hepimize vasiyetidir. Bizim bayramlarımız O'nu sadece andığımız değil anladığımız her andır. Mustafa Kemal Atatürk diyor ki:
"Türkiye Cumhuriyetinin, özellikle bugünkü gençliğine ve yetişmekte olan çocuklarına hitap ediyorum: Batı senden, Türk'ten çok geriydi. Manada, fikirde, tarihte bu böyleydi. Eğer bugün batı teknikte bir üstünlük gösteriyorsa, ey Türk Çocuğu, o kabahat da senin değil, senden öncekilerin affedilmez ihmalinin bir sonucudur. Şunu da söyleyeyim ki, çok zekisin! Bu belli. Fakat zekânı unut! Daima çalışkan ol..." 19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramımız kutlu olsun.
Haydi selametle...
Köşe Yazarlari
|
marmarishaberi.com Marmaris Haberi | Güncel doğru haber sitesi Aradığını en güncel haberi burada bulabileceksiniz. |