Demokrasi Estetiği: Amor ve Aras’ın Aynasında Türkiye-AB Çelişkisi

Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye raportörü Nacho Sánchez Amor, Ankara’dan bakıldığında kimi zaman “Batı’nın efendisi edasıyla konuşan eleştirmen”, kimi zaman da “demokrasinin Avrupalı savunucusu” olarak görülür. Onun Türkiye hakkındaki değerlendirmeleri genellikle serttir:

“Ülke artık laik ve demokratik bir devlet gibi görünmüyor,”

derken, temel hak ve özgürlüklerin gerilediğini, yargının siyasallaştığını, muhalefetin baskı altında olduğunu savunur.

Bu teşhisi tartışılır; ancak Amor’un demokrasiye bakışı, çoğu zaman “sistemin merkezine” değil, “sistemin simgelerine” yönelir. Türkiye’de kimi yerel yönetimleri ya da muhalefet temsilcilerini, demokrasi umudunun taşıyıcısı olarak görür.

Ne var ki bu umut, bazen kendi içinde bir çelişkiyi de taşır.

Bodrum’dan Muğla’ya: Sessiz Yükselişin Hikâyesi

Şimdi sözün daha en başında şunu belirteyim: Daha kaç kez altını çizmek gerekir bilmiyorum ama bizim derdimiz kişi değil kavramlar yönünden örnektir ve bu yazıda da amaç kişileri değil kavramları masaya yatırmaktır!

Şimdi kaldığımız yerden devam edelim…

Ahmet Aras’ın siyaset sahnesine çıkışı tam bir sürprizdi. Bu yüzden etkili bir örnektir. 2019 yerel seçimlerinde CHP’nin Bodrum adayı son anda çekilince, Bodrum’da siyaset sahnesine yabancı olarak bilinen Aras sahneye çıktı ve kısa sürede Bodrum Belediye Başkanı oldu. Beş yıl sonra, bu kez sadece CHP’den, yani kendi partisinden 23 aday adayı çıktı karşısına ve “Bodrum daha iyi yönetilebilir” iddiasında olduklarını gösterdiler. Bu kimine göre demokrasinin varlığına delaletti kimine göre başarısız ilçe yönetimine işaret ediyordu. Başkan Aras ise Bodrum yerine, doğrudan Muğla Büyükşehir Belediyesi için adaylaştırıldı — hem de aday adayı bile olmadan.

Bir yandan halk desteğiyle seçilen bir başkan, diğer yandan parti içi demokrasinin işletilmediği bir süreç. Yani bir tür “seçimle gelen atama.” Ardından derin bir sessizlik.

Bu açıdan Aras’ın yükselişi, bir başarı hikâyesi mi ? Yoksa Türkiye’de muhalefet içinde demokratik mekanizmaların aşınmasının sembolü mü? Sorusu hala yanıtını arıyor.

Avrupa Birliği yıllardır Türkiye’deki otoriterleşmeyi kendince  eleştiriyor, ancak aynı zamanda “muhatap seçiminde” demokrasi testini unutuyor.

Yerel yönetimleri ya da popüler figürleri, demokratik değerlerin kanıtı gibi sunarken, onların parti içi süreçlerde nasıl seçildiğine bakmıyor.

Yani Türkiye’ye yönelttiği eleştirilerde olduğu gibi  Avrupa da bazen “bizimle iyi geçinen herkes demokratiktir” kolaycılığına sığınıyor.

Bu nedenle, Amor’un Aras’la kurduğu sembolik ortaklık, bu kolaycılığın küçük ama öğretici ve bence etkileyici bir örneği.

Demek ki Neymiş? Demokrasi, Görünmek Değil Olmak Meselesiymiş

Bugün Türkiye’de demokrasi, sadece iktidar değil, muhalefet düzleminde de sınav veriyor. Bu doğru.

Kendi ülkesinde demokrasi kavramının hala tartışılır konumda olduğu Avrupa ise sanki bu sınavı kendi ülkesinde vermiş, başarıya ulaşmış gibi bizim ülkemizde kendini soz sahibi ilan edebiliyor! Neden?  Çünkü,  Türkiye ile olan  meselesini Avrupa’ya Türkiye’yi şikayet ederek çözmeye çalışan bir kesim var. Maalesef tarih bilgileri hayli zayıf!

Özetleyecek olursak, demokrasinin ölçüsü; sert eleştiri yapmakta ya da Batılı görünmekte değil, kendi halkının iradesine ve parti içi adalete saygı duymakta gizli.

Amor’un Türkiye’ye dair teşhisi içini bilmeden, dışarıdan bakınca ona göre  doğru olabilir; ama tedavi yöntemi eksik bilgiyle ve  yanlış reçeteden yazılıyor.

Demokrasi, bir “vitrin meselesi” değil, bir “vicdan meselesi”dir. Demokrasi, okuyabilenler için her fotoğrafta vardır. Ama tersten, ama düzden mutlaka bir el sallar arka fondan.

Yazımın son satırlarını bu Batı’nın iki önemli düşünürüne ayırdım. Zira onlar da durumun farkında…

Batılı yazar Alexis de Tocqueville der ki : “Demokrasi, halkın gücü değil, halk adına konuşanların kendi güçlerini meşrulaştırma biçimi haline geldiğinde yozlaşır.”

Tocqueville’in bu sözü bana göre  Amor’un “demokrasi savunusu”nu sorgulamak için mükemmeldir.

Ve belki de bugün Avrupa’nın Türkiye’ye dair en büyük yanılgısı tam da bu: Demokrasiye uzaktan baktığında halkı değil, kendi gölgesini görüyor.

Nietzsche der ki:

“Görünüşler hakikati değil, insanların hakikatle baş edemeyişini gösterir.”

Avrupa bazen Türkiye’ye bakarken, hakikati değil, kendi baş edemediği yüzünü seyrediyor ve demokrasi bu yüzden bir görünüş değil, bir cesaret meselesidir.

Haydi selametle…

Yayınlama: 17.10.2025
A+
A-
REKLAM ALANI
Bir Yorum Yazın
Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.